ÜYE GİRİŞİ ÜYE OLMAK İÇİN ALTTAKİ LİNK İ TIKLA

IĞDIR TARİHİ
















M:Ö 4000-810 Huriler M.Ö. 810-785 Urartular M.Ö. 785-400 Sakalar M.Ö: 400-M.S. 200 Bağımsız Dönem M.S.200-439 Küçük Arsaklı Devleti 439-646 Sasaniler 646-1064 Müslüman Araplar 1064-1239 Kayılar 1239-1256 Çingizler 1256-1355 İlhanlılar 1355-1404 Timur Egemenliğindeki Türkmen Beyleri 1404-1469 Karakoyunlular 1469-1502 Akkoyunlular 1502-1514 Safavi Devleti 1514-1736 Osmanlı İmparatorluğu 1736-1827 İran Devleti (Revan Eyaleti) 1827-1917 Rusya Egemenliği (Sürmali Sancağı) 1917-1920 Ermeni işgali 14.11.1920 Ermeni İşgalinden kurtulması 1934 Iğdır’ın İlçe oluşu 27 Mayıs 1992 Iğdır’ın İl oluşu İlk belediye teşkilatının 1923 yılında kurulduğu Iğdır, 1934’te İlçe merkezi, 3 Haziran 1992 tarih ve 21247 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe


Diğer yandan 14. yy. sonları ve 1468'li yıllarda yaşayan Karakoyunlıüarda Kara Yusuf un mezarı Erciş'tedir ( Ölüm: 1420 ). Bu durumda Kul Yusuf Kümbeti doğrudan bir Akkoyunlu eseri olmasa da onların siyasal dönemlerinde yapılmıştır denilebilir. Diğer yandan Uzun Hasan'm emirlerinden Yusuf Bey için sağlığında bu kümbet yaptırılmış olabilir. Uzun Hasan 1453-76 yılları arasında hüküm sürmüştür. Bir beylik olan hükümetinin ilk merkezi Diyarbakır idi. Genişleyip güçlenince Tebriz yeğlendi. Tarih ve İğdır'a yakınlığı kümbetteki 1485 yılı ile uyum içindedir. Bugünlerde bölge Akkoyunlular'dan Uzun Hasan'm oğlu Sultan Yakup ( 1478-1490 ) yönetiminde idi. Kul Yusuf Kümbetinin mimarlık yönü de, Akkoyunlu yapıtı olduğuna kuşku bırakmıyor101.








En son yapılan araştırmalar göstermiştir ki İğdır ili kale bakımından oldukça zengindir. Bunlardan bir kısmı tarihi kaynaklarda kendine yer bulmuştur. Tarihi kaynaklarda adlarına rastlanmayan kaleler daha çoktur. Kaleler daha çok dağlık alanlarda yoğunlaşmışlardır. Söz konusu kalelerden bir kaçı ile ilgili bilgi verip diğerlerini ismen zikr edeceğiz. Ağrı dağı eteklerinde birbirinden takriben 12-13km aralı iki kale bulunmaktadır. Melekli beldesinin dağlık kısmında kale kalıntıları mevcuttur. Yine aynı beldenin sınırları dâhilinde şehir merkezine 7 km mesafede belde sakinlerinin Kasımın Tığı diye adlandırdıkları bir başka kale vardır. Bu kalenin parelelinde örgülü tepe kalesi diye adlandırılan bir başka kale yıkıntısına rastlanmaktadır. Ağrı dağının batı eteklerinde yöre halkının sonradan Ata Tepe kalesi olarak adlandırdıkları başka bir kale mevcuttur. Caf kalesi Iğdır-Doğubeyazıt karayolu üzerinde bulunmaktadır. İrili ufaklı diğer kaleler arasında Suveren kalesi, Kervansaray kalesi, Kızılkule kalesi, Güngörmez kalesi, Alikoçek kalesi, Aktaş kalesi. Sürmeli köyündeki kale, Gazilerdeki Kız kalesi, Alçalı kalesi, Yüceotağ kalesi, Demirsıkan kalesi, Galaca kalesi. Kandilli kalesi, Şedik kalesi, Aşık Hüseyin köyü kalesi, Aslanlı kalesi. Gedikli kalesi, Katırlı kalesi, Ekerek kalesi. Yağlı kale, Zarifhane kalesi sayılabilir. Bunlar daha öncede zikr edildiği gibi ipek yolu güzargahmda bulunan savunma amaçlı kale ve kulelerdir. Bunlara ilave olarak; Korgan, Gül Ahmet, Doğanyurt, Aliköse, Güngörmez köylerinde kalıntıları bulunan kalelerde ilave edilebilir.

Ne zaman ve kimler tarafından inşa edildiği bilinmeyen İğdır Kalesi, (İğdır Korganı)' nın adı kaynaklarda da pek sık geçmemektedir. Bu kale hakkındaki bilgileri ancak sınırlı sayıdaki kaynaklardan öğrenebilmekteyiz. Bunlardan birinde kalenin fethi şöyle anlatılmaktadır. Şehzade Melih Şah ordusu, Ani Vilayeti' nde (Aras'ın sağında ) Rumların elinde bulunan bir kal'a ya ( İğdır Korganı'na )75 hücum ettiler kî, orada Rumların okçuları bulunuyordu. Bunlar Müslüman askerlerden birçoğunu öldürdüler. Sonra Nizamülmülk ve Horasan-Amidi atlarından indiler, piyade oldular. Sultan Melih Şah bir ok atarak Kal'a nın Emİri'ni boynundan vurdu. Kâfirler, taşla müdafaa ettiler; nihayet yüksek bir tepeye (Ağrı Dağı'na) doğru gittiler, kaçtılar, dağların tepelerine doğru tırmanıp çıktılar. İslam askeri galip gelerek, (kalede buldukları müdafilerin) hepsini kılıçtan geçirdiler, hiç birini sağ bırakmadılar. Buna müteakip Melih Şah, Sürmari denilen kal'a ya gitti. Bu kal'ada akarsular ve bostanlar vardı, burasını da fethetti"76.
İspanya kralı tarafından Timur'a gönderilen elçi Clavijo, 1404 yılı Mayıs ayında gördüğü İğdır Kalesi ve Ağrı Dağı'nı şöyle anlatmaktadır. "Ertesi gün (Cuma) Sürmari'den hareket ettik. Yolda, bir kayalık üzerinde kurulmuş kaleye rastladık. Dul bir kadın bu kalenin sahibesi idi ve Timur'a vergi veriyordu. Eskiden burada eşkıya barınmaktaymış. Ve bunlar, o civardan gelip geçen yolcuları soymakla geçiniyorlarmış. Timur buradan geçiyorken, kaleye hücum ederek zaptetmiş ve eşkıyanın reisini öldürtmüş. Sonra da kaleyi reisin zevcesine bırakmış. Timur giderken, kalede tekrar eşkıya barınmaması için bütün kapıları söktürmüş ve bir daha buraya kapı yapılmamasını emretmiş. Biz buraya vardığımızda, gerçekten kapı namına bir şey yoktu. Bu kalenin ismi İğdır'dır. Ararat Dağı'mn ucunda bulunan bu kale, Hazreti Nuh tarafından yapılmış olan geminin tam durduğu yerdedir. Bu Ararat Dağı da Trabzon'dan beri gördüğümüz diğer dağlar gibi çırılçıplaktır. İğdır Kalesi'nin sahibesi bize çok iyi misafirperverlik gösterdi, o gece ağırladı ve bütün ihtiyaçlarımızı temin etti. 31 Mayıs cumartesi günü İğdır'dan yola çıkarak, Nuh'un Gemisi' nin durduğu dağa vardık. Bu dağ son derece yüksek ve tepesi kar ile Örtülüdür. Her tarafa kar yağmıştı ve vadiier çıplaktı. Buralarda orman yok. Bununla beraber yerlerde bol çayır, çalı vardır ve bunlar arasında birçok ırmak akmaktadır. Dağın arkasmdaydık ve yolda bir takım harabe ile gayet iri taşlardan yapılmış temellere rast geliyorduk. Dağın eteğindeki vadilerde bazı böcekler bulunmaktaydı ki, bunlarla ipekler kırmızıya boyanırmış. Tepeler üzerinde bir şehir harabesi gördük. Buranın asırlardır boş bulunduğu anlaşılıyordu. Harabe enkazı bir fersah kadar uzanmaktaydı. Buralarda rastladığımız insanların bize bildirdiğine göre, bu enkaz Hz.Nuh'un Oğullan tarafından inşa olunan şehir kalıntısıdır.
Ağrı Dağı'nın hemen kuzey tarafında bulunan kale bütün bölgeye hâkim, kayalık bir tepe üzerine inşa edilmiştir. Kale bugün oldukça harap durumundadır. Günümüze sur duvarlarından çok az kalıntı ulaşabilmiştir. Günümüze ulaşabilen kalıntılardan yola çıkarak, güç te olsa kalenin ve şehir yerleşiminin genel bir profilini çıkarmak mümkündür. Buna göre kale iç ve dış olmak üzere iki kısımdan oluşmaktadır. Günümüze ulaşan kalıntılardan dış kalenin Ağrı Dağı'nın kuzey tarafına, yani güneye doğru uzandığı anlaşılmaktadır. Geniş bir alanı kaplayan kalede yaptığımız incelemelerde çeşitli ebattaki taşlarla değişik duvar örgü sistemi tespit ettik. 2 metreye yaklaşan duvar kalınlığı ile surların temellerinde Urartu dönemini hatırlatan büyük blok taşların kullanıldığı görülmektedir
Kalede yaşayanların yiyecek ve su ihtiyaçlarını karşılamak için yapılan bu mimari yapılardan erzak deposu, ortadaki daha küçük olmak üzere üç bölüme ayrılmış olup, düzgün kesme taşlarla örülmüştür. Bugün yıkık durumda olan erzak deposu ancak bir fikir verebilecek ölçüde günümüze ulaşabilmiştir. Erzak deposuna hemen bitişik inşa edilen su kuyularından bir tanesi büyük oranda dolmuş olup bir fikir vermemektedir. Diğer su kuyusu ise kısmen dolmuş olup, düzgün siyah taşlarla yapılmış ve içerisi Horasan harcıyla sıvanmıştır. İç kalede bu erzak deposu ve su kuyularından başka bir mimari yapının varlığı belli olmamaktadır. Kalenin genelinde ayakta kalabilen surların en büyük parçası iç kalede karşımıza çıkan ve düzgün kesme taşlarla yapılmış olan yuvarlak formlu kuledir.

Karakale'nin ne zaman yapıldığı bilinmemektedir. Ancak Orta Çağ'da da sık sık anılan ve Dede Korkut hikâyelerinde de adı geçen bölgedeki önemli bir kaledir. 1044 yılına kadar Ani Bagrathlan'mn elinde olan Sürmeli Kalesi ve Sürmeli Çukuru, 1044 yılında Şeddatlı Gence ve Divin Emirliği yönetimi altına girmiş, bölge 1047 yılında da Bizanslıların topraklarına katılmıştır. 1047-1064 yıllan arasında Bizans hâkimiyetinde kalan bölge, 1064 yılında Büyük Selçukluların hâkimiyeti altına girmiştir. Sürmeli Çukuru bölgesi ve kalesinin Büyük Selçukluların eline geçmesini Selçuklu kaynaklarından aktaralım: "Büyük Selçuklu Sultanı Alp-Arslan 22 Şubat 1064 de Rey'den, Azerbaycan'a harekât etti. Askerlerle birlikte yöredeki dar geçitlerden ve dağ yollarından geçerek Nahçıvan'a vardı. Sultan, Araş Nehrİ'ni geçmek İçin gemiler yapılmasını emretti. Sultan, asker toplama ve gemi yapımı işini hallettikten sonra Gürcistan seferine çıktı. Ordudaki yerine oğlu Melikşah ve veziri Nizamülmülk'ü tayin etti".


"Şehirde yaşayanların anlattığına göre, bundan on sekiz sene evvel bu gün, şehre hâkim olan Toktamış Han, burayı muhasara ederek gece gündüz saldırmış. Muhasaranın 12. günü iki taraf anlaşmış. Anlaşmaya göre, Toktamış Han gidecek, yani kendisi ve askerleri şehre girmeyecek, buna karşılık şehir ona vergi ödeyecek. Toktamış bu şartı kabul etmiş, bir de, şehirdeki savaşçılardan yansının Gürcülere karşı kendisinin yanında yer almasını istemiş. Çünkü Toktamış, Gürcülerin Jorc nammdaki hükümdanyla savaşmak düşüncesindeydi. Bunu kabul eden şehrin savaşçıları, dışarı çıkar çıkmaz Toktamış askerlerine şehre hücum emrini vermiş. Şehre giren Toktamış askeri, şehrin surlarını yıkmış ve karşı koymaya kalkışanları öldürmüştür. O zamanlar burada yaşayanların çoğu Ermeni iken, bu gün onların yerini müslümanlar almış. Surmari'de eski yapılara sık sık rastlanır. Ertesi gün (Cuma) Surmari'den hareket ettik"87.


Bugünkü veriler ışığında kale surlarının tam anlamıyla yerini ve şeklini belirleyebilmek güçtür. Ancak kalan izlerden kalenin oturduğu arazinin konumu bize belirli ipuçları vermektedir. Bu ipuçlarından yola çıkarak dış kalenin genel Mayıs Perşembe günü öğle üzeri ulaştık. Surmari büyük bir şehirdir. Ararat Dağı buradan altı fersah ötelere kadar uzanıyor. Nuh'un gemisi bu dağın üzerine konmuştu. Araş Nehri'nin kenarında olan Surmari, bir taraftan derin bir vadiyle çevrilmekte, diğer taraflarında da sarp dağlar yükselmektedir. Bu bakımdan şehir son derece muhkem bir yerdedir. Kapısı üzerinde kuvvetli kuleleri olan bir kalesi vardır. Kalesinin biri dış, biri de iç olmak üzere iki kapısı vardır. Hakikaten bu Surmari şehri tufandan sonra kuru toprak üzerine kurulan, ilk şehirdir. Burayı kuranlar, Nuh'un oğullarıdır".
"Şehirde yaşayanların anlattığına göre, bundan on sekiz sene evvel bu gün, şehre hâkim olan Toktamış Han, burayı muhasara ederek gece gündüz saldırmış. Muhasaranın 12. günü iki taraf anlaşmış. Anlaşmaya göre, Toktamış Han gidecek, yani kendisi ve askerleri şehre girmeyecek, buna karşılık şehir ona vergi ödeyecek. Toktamış bu şartı kabul etmiş, bir de, şehirdeki savaşçılardan yansının Gürcülere karşı kendisinin yanında yer almasını istemiş. Çünkü Toktamış, Gürcülerin Jorc nammdaki hükümdanyla savaşmak düşüncesindeydi. Bunu kabul eden şehrin savaşçıları, dışarı çıkar çıkmaz Toktamış askerlerine şehre hücum emrini vermiş. Şehre giren Toktamış askeri, şehrin surlarını yıkmış ve karşı koymaya kalkışanları öldürmüştür. O zamanlar burada yaşayanların çoğu Ermeni iken, bu gün onların yerini müslümanlar almış. Surmari'de eski yapılara sık sık rastlanır. Ertesi gün (Cuma) Surmari'den hareket ettik"87.


Bugünkü veriler ışığında kale surlarının tam anlamıyla yerini ve şeklini belirleyebilmek güçtür. Ancak kalan izlerden kalenin oturduğu arazinin konumu bize belirli ipuçları vermektedir. Bu ipuçlarından yola çıkarak dış kalenin genel bir profilini çıkarmak mümkündür. Buna göre kale Araş Irmağı'nın güney kenarında yer almaktadır. Araş Irmağı bu kesimde derin bir vadinin tabanında akar. Kale. Irmağın hemen kenarında dik yarlar halinde yükselen kayalık tepenin üzerinde inşa edilmiştir. Kuzey taraftan Araş Irmağı ile sınırlanan kale, güney ve doğu taraftan derin bir vadiyle çevrilmiştir. Ancak kalenin bulunduğu noktanın, ırmaktan oldukça yüksekte olması ve yine güney, güneybatı ve doğu yönde uzanan derin bir vadinin kalenin hemen dibinden geçerek etrafım çevirmesi, kaleyi bir tepenin üzerindeymiş gibi göstermektedir. Tabanında kurumuş bir dere yatağı bulunan bu vadi bir kanyon görünümündedir. Bu şekilde kalenin üç tarafı ırmak ve kuru vadiyle çevrili olup, sadece batı tarafı açık düz araziye uzanmaktadır